Dünya İçin, bilinçli yaşam yaklaşımını benimseyerek doğayı korumak adına jenerasyonlar arası bilgi paylaşımı yapan, atık temizliği, geri/ileri dönüşüm ve tasarım etkinlikleri düzenleyen bir sosyal oluşumdur.




ULAŞ
TAKİP ET
︎ Email
︎ Instagram
SOUNDS RIGHT: ‘FEAT NATURE’

DÜNYA İÇİN
ETKİNLİKLER

︎




Mayıs 2024 
Yazan: İrem Çetinor



Tarabya’da bulunan Özel İstek Kemal Atatürk İlkokulu’nda rehberlik öğretmeni İpek Erdem’in davetiyle organize ettiğimiz,
Çocuk Hakları Şenliği’nde Eşitlik ve Çocuk Hakları üzerine ilkokul 4. sınıflardan seçilen öğrenciler ile ‘Dünya İçin 1 Gün’ etkinliği gerçekleştirdik.

İstek Kemal Atatürk İlkokulu bahçe alanı..

Daha çok ‘eşitlik’ konusuna yoğunlaştığımız bu çalışmada öncelikle çocuklar ve öğretmenleri bir arada olmak üzere bir ‘Dünya Çemberi’ oluşturduk. Dünya duyarlılığı yüksek ve bu konuda çalışma yapmak isteyen çocuklarla yaptığımız bu çalışmada, bedensel farkındalığı önceliklendirerek, oyunu ön plana çıkardık. 



İstek Okulları’nın 4. sınıflar tarafından tasarlanan ‘Çocuk Hakları Şenliği’ bileti 
Dünya Çemberi oyunumuz


Dünya Çemberi’ni (aslında ‘güven çemberi’ olarak da geçiyor) oluştururken, 
hedefimiz bir hiyerarşik bir lider olmadan bütün çemberin birbirine güvenerek birlikte hareket edebilmeyi deneyimlemesiydi. Bunu yaparken herkesin kendi inisiyatif alma becerisi ve birliktelik için iletişim kurmayı denemeleri önemliydi. En azından bunun simgesel olarak herkesin zihnine aktarılması hedeflerimiz arasındaydı. 

Herkes ‘arka’daşına yani arkasında duran kişiye sırtını yaslayıp, eşit bir katılımcı olarak bir bütünün parçası olabilmeyi deneyimledi, bu oldukça da öğretici ve keyifli bir deneyimdi. 

Sürecimize ‘köklenme meditasyonu’ ile devam ettik. Yine bir çember olduktan sonra el ele tutuşup ağaçlara benzer şekilde köklerimiz olduğunu ve bedenlerimizin toprakla bağlantı kurduğunu ve bu köklerin birbirimize bağlı olduğunu zihnimizde canlandırdık. Bu süreçte de ormanların uzun süreler yaşamalarının sebebinin köklerinin birbirlerine sıkı sıkıya tutunmaları olduğundan bahsettik. 

Ardından Dünya İçin sunumunun üzerinden geçerek, dünya üzerinde yaşayan canlıları zihnimizde canlandırmak üzere bir araya geldik. 





Sunumumuzdan bazı kareler...


‘Sizce canlılar konuşabilseydi neler anlatırlar, neler derlerdi?’ diye bu soru üzerine biraz birlikte düşünmeye başladık ve önceden tahmin ettiğimiz gibi ‘canlılar’ diyince çocuklar sadece hayvanları düşünüp, sıraladılar.

Bitkiler, orman ekosistemleri, mantarlar, böcekler, deniz ve okyanuslarda bulunan ekosistemler ve böceklerin üzerinden geçtik, perspektifimizi genişlettik, bu gerçekten çok keyifliydi, çocukların hep bir ağızdan farklı farklı bildikleri canlıları sıralamaları oldukça kıymetliydi! 

Okulun muazzam bahçesinde dışarıda, sıralar olmadan ve çocukların dilediği gibi hareket etmesi, birbirlerini dinleyerek katılım sağlamaları, birlikte varolmaları ve herkesin kendi inisiyatifiyle hareket edebilmesi, ifadede bulunabilesi gerçekten paha biçilemezdi. 



‘Dünya bize atalarımızdan miras kalmadı, onu çocuklarımızdan ödünç aldık.’ sözünün üzerinden geçerken. 

Çocuklar bitkilerden örnekler verirlerken.
















Genellikle gençlere sorunlardan bahsetmek yerine sorunlara karşı kendi cevaplarını, çözümlerini üretmeleri için yönlerdirme yaptığımızda çok daha etkili ve ilham verici süreçlere yol açabiliyor bu. O yüzden hem ekoanksiyete yaratmamak , hem de sorunlarla yaratıcılıklarını engellememek adına biraz günümüzde dünyanın içinden geçtiği dönüşüm, zorluk ve problemlerden çok kısaca bahsettik. Bu konularla da ilgili olarak çocukların çoğunun bildiği ve farkında olduğu konuların genişliğini görmek heyecan vericiydi. 

Bu beyin fırtınası, birlikte değerlendirme ve sunumun hemen ardından, ‘Hayal ettiğim Dünya’ resim seansımızı keyifli müzikler eşliğinde başlattık. Burada gençler boya kalemleri ve 90’lardan kalan (ki içlerinde Nokia telefon reklamları olması beni ve bazı öğretmenleri gülümsetti ︎) eski doğa dergileriyle yepyeni kolaj ve çizimlerle diledikleri dünyanın sanatsal çalışmalarını yaptılar.

Bu seansın hemen öncesinde çimlerin üzerinde dünya üzerindeki sistemlerimizin sadece insan odaklı olması sebebiyle diğer canlıların haklarını gözetmediğinden, karşılaştığımız sistem çarpıklıklarının tamamının insan sebepli olmasından ve genel olarak karşılaştığımız tür kaybı, iklim krizi, sonu gelmeyen sorumsuz üretim, plastik dolu deniz ve okyanuslarımızın durumlarından bahsettik. 

Çocukların bazıları kendi hayallerindeki dünyadan, bazıları içinde yaşamak isteyecekleri optimum dünyadan, bazıları ise diğer canlılar için ve onlarla birlikte nasıl bir dünya üzerinde yaşamak istediklerini canlandırdılar. En sonunda da çalışmalarının üzerinden geçerek değerlendirmelerimizi yaptık. 






Kendi dilekleri ve ilgileriyle bir ders saati ve tenefüslerini kullanan bu değerli gençlerle çalışmak gerçekten çok keyifli ve kıymetliydi. İstek Kemal Atatürk İlkokulu müdürü sevgili Mehmet Öcalan, rehberlik öğretmeni İpek Erdem ve İlkokul PYP Koordinatörü İdil Ayyürek’e tüm destekleri, emekleri ve zamanları için teşekkür ederiz. 

Çalışmaların devamının gelmesi için proje üretmeye devam edeceğimiz için çok heyecanlıyız! Tekrar teşekkürler İstek! 






#dünyaiçin1gün
#dünyaiçinsanat
#dünyaiçinburadayız

























































































Pandemi zamanı hepimiz bir içimize kapanma, genel hayatımızı gözden geçirme ve dünyaya bambaşka bir gözle bakma fırsatı elde ettik. Dünyanın dört bir yanından insanlar, aynı amaçlar uğruna çalışmaya, ötesinde yaratıcı düşünmeye, kendine ve fikirlerine bir şans vermeye, içinde yaşadığımız bu dünya düzeninin çarpıklığına bir antidot olabilecek adımlar atmaya karar verdi. 

Bu kararlara şanslı bir şekilde ben de dahil oldum tabi. Gayet net hatırlıyorum, gidişat iyi değil, bu sonun habercisi gibi resmen dediğimi. Bu esnada birşeyler yapmam lazım diyerek arkadaşım Aslıhan Niksarlı’nın da davetiyle, Roots & Shoots Türkiye’nin kurulum sürecine dahil olma şansım olmuştu. 

Hepimiz bu dönemde konunun, içinde yaşadığımız çağın komplike, karmaşık, girift ve katmanlı haliyle yüzleştik. Tuğçe’nin de hikayesini ilk dinlediğimde benzer bir uyanış yaşadığını duymak beni şaşırtmadı açıkçası. O da pandemide evde kısılı kalmış olmanın sıkışmışlığı, belki çaresizliğiyle kendini yaratıma, üretime adamış bir kişi. Hikayesini ondan tüm detaylarıyla dinleyelim..




İrem Çetinor: ‘Le Fond’ ne demek? Neden bu ismi seçtin?
Tuğçe Uzgören: ‘Le Fond’ Fransızca’da ‘dip’ anlamına geliyor ve ‘Le Fond de bouteille’ söylemindeki gibi ‘şişenin dibi’ şeklinde kullanılıyor.


‘Bu işi yapmaya karar verdiğimde, sürdürülebilir tasarım yolculuğuna tam da buradan, şişenin dibinden başladım.’




Tuğçe Uzgören Şahin
LeFond Studio
Marka Kurucusu

Elimdeki boş şişelerle neler yapabileceğimi düşündüğümde ilk aklima gelen, şişe diplerini bardak olarak kullanabileceğim veya aynı formda içlerine mum doldurarak oldukça keyifi bir ürüne dönüştürebileceğimdi. Ancak şişenin dibi ile çıktığım bu yolda şişenin tamamını dönüştürme hayali her zaman önceliğim oldu. Şu an sadece şişenin diplerini değil tamamını ileri dönüştürdüğümüz, dipten başa yeniden doğuşu tasarladığımız bir yolculuktayız.

Ürünlerimizin tamamında atıkların tekrar değerlendirilebilecek potansiyele sahip olduklarını vurgulayan, kullanışlı ve şık tasarımlar yaratmaya çalışıyoruz.

Bu nedenle “Le Fond” kavramının bu markanın doğuşunu çok güzel özetlediğini düşünüyorum. Markamızın kimliğini de tam olarak bunun üzerine konumlandırdık aslında;

“Artık dip, paylaşımın, keyfin,
neşenin sonu değil, yeniden başlaması
bizim için.”




Studio LeFond’un Şişli’deki yeni atölyesi
Atölyenin avlusundan bir görüntü

İ.Ç.: LeFond’un nasıl başladığından biraz bahseder misin? İlk bu fikir aklına nasıl geldi? Pandemi’de başladığını söylemiştin. Sanki tüm dünya gibi pek çok keyifli ve üretken fikir pandemi zamanında başladı.

T.U.: Ben aslında mesleğini çok seven ve keyif ile yapan bir öğretmendim. 12 yıl boyunca yabancılara Türkçe öğrettikten sonra kendimi birden burada buldum gibi geliyor ama sanırım çocukluğumdan beri atık ya da artık herhangi bir materyali dönüştürmeyi çok sevdiğim düşünülünce, bulunduğum yer çok da sürpriz olmadı. :)

Kendi evimde bazen kutuları, bazen şişeleri, bazen de kumaşları dönüştürdüğüm çok zaman oluyor. Bununla birlikte doğa hayatımın oldukça önemli bir parçası, günlük hayattaki tercihlerim ve rutinlerimi doğaya elimden geldiğince az zarar vererek gerçekleştirmeye çalışıyorum. Ancak evde geçirdiğimiz pandemi döneminde bu rutinlerimi yeterince uygulayamadığım ve evden çıkan atık miktarına şaşkınlıkla şahit olduğum bir süreç yaşadım. Bu işi ve markayı kurmamdaki en büyük etkenlerden biri de bu oldu. O dönemde hissettiğim hayal kırıklığı ve şaşkınlık, zamanla sorumluluk almam gerektiğini bana hissettirdi.

Kurumsal hayatı fazlasıyla sorguladığım dönemde, özellikle atık şişelerle neler yapılabileceğine odaklanarak araştırmaya başladım. Biraz heyecan, çokça kaygı, birkaç soru işareti ile 2023 yılı, Ocak ayında şirket açılışının ilk adımlarını attım ve Nisan ayından beri aktif olarak markayı yönetiyorum. Oldukça yeni bir marka olan Le Fond’la, bu yolda hala aynı heyecanla, inançla ve daha sürdürülebilir bir dünya hayaliyle çalışmaya devam ediyorum.


İ.Ç.: İnternet sitenizde ‘Sürdürülebilir Ürünler’ yazıyor. Bu tam olarak nedir, ne ifade ediyor senin için, biraz bahsedebilir misin?

T.U.: Ben dünyanın ve kendi içinde bizden bağımsız akıp giden düzeninin hayranıyım. Bu düzenin bizim için değil bize rağmen hala işliyor olması gerçeği, bir yandan rahatlatıcıyken, bir yandan da oldukça rahatsız edici. Bize rağmenliğin içinde ufacık da olsa fayda sağlayabileceğime inandığım bir yol varsa, bu sürdürülebilirlik anlayışından geçiyor. Sürdürülebilirliğin en önemli parçalarından birinin de ileri dönüşüm olduğuna inanıyorum.

Tüketmenin bu denli arttığı bir dönemde, bir nesneye bir şans daha vermek ya da onu tekrar hayata kazandırmak tartışmaya ihtiyaç bırakmayacak kadar önemli bir mesele. Her ürünü sıfırdan üretip, kaynakları tüketmektense, var olanı tekrar kullanmanın yollarını bulmanın bir tarafı olduğunu ve bu da düşünebilen tek canlılar olarak bizim surumluluğumuzda olduğunba inanıyorum. Bu sebep ile yaptığımız işin merkezinde, bir atığın sadece atık olmadığını anlatmak, dönüştürülmüş ürünlerin aslında aynı oranda kullanışlı ve yeri geldiğinde şık ya da lüks olabileceğini göstermek, nihayetinde bireyleri ileri dönüştürülmüş ve sürdürülebilir ürünler kullanmaya teşvik etmek var.

 
İ.Ç.: Biz ‘Dünya İçin’ olarak ‘çöp değil atık’ yaklaşımını benimseyerek insanların olabildiğince az çöp üretmesini sağlamaya çalışıyoruz.

T.U.: Biz yaklaşım olarak, ambalaj atıkları, cam atıkları ve doğal atıklar olarak 3’e ayırdığımız kategoride, doğal ve gıda atıklarını evde komposta dönüştürmek, cam atıklarını olduğu gibi geri dönüştürmek, ambalaj atıklarını ise sokak toplayıcılarına gelir olarak iletmeye çalışıyoruz.


İleri dönüştürülmeyi bekleyen şişeler
Studio LeFond’un ürünlerinden:‘kürdanlık’


İ.Ç.: Türkiye’de atık ayrıştırma konusu oldukça problemli bir konu, ama görüyoruz ki cam muhakkak geri dönüştürülüyor. Bu konuda senin atık ve atık farkındalığı ile ilgili algın ve davranışların ne zaman değişti? Sadece cama mı yöneldin, yoksa sen de atık dönüşümü üzerine bir dikkat geliştirmiş miydin?

T.U.:  Bu soruya çok gönül rahatlığıyla çocukluğumdan beri önemsediğim bir konu olduğunu söyleyerek yanıt verebilirim. Çok uzun zamandır da atık yönetimi konusunda bireysel olarak insiyatif alan birisiyim. Evimde cam, kağıt, plastik olmak üzere atıklarımı ayrıştırmaya özen gösteriyor ve günlük hayatımda da rutinlerimi daha az atık çıkaracak şekilde gerçekleştiriyorum. Örneğin, içecekler için kendi termosumu kullanmak en sevdiğim rutinlerimden biri. Cam ile ilgilenmem ise, az önce de bahsettiğim gibi pandemi döneminde evimizden çıkan cam şişe miktarına şahit olduğumda başladı. Açıkçası oturduğum bölgenin belediyesi geri dönüşüm konusunda oldukça iyi çalışıyor, ancak cam hem pahada hem de tartıda ağır bir materyal olması sebebiyle sonsuz kere dönüştürülebilmesine rağmen dönüşümü konusunda zorlukları olan bir materyal ve bu konuda yerel yönetimler de yetersiz kalabiliyor. Sanırım bu noktada bir sorumlu hissetmek ve araştırdığımda birçok tasarım fikri olabileceğini görmek beni buraya getirdi.


İ.Ç.: Ülkemizde cam geri dönüşümü ile ilgili sen neler biliyorsun, bildiklerini bizimle de paylaşabilir misin?

T.U.: Cam, sonsuz kere dönüştürülebilir olması özelliğiyle çok avantajlı bir materyal ve ülkemizde de her mahallede cam atık kumbaralarını görebiliyoruz. Ancak çoğumuz ne yazık ki camlarımızı ayrıştırıp bu kutulara atmaktan imtina ediyor ve bu süreç bireyin inisiyatiflerine bağlı kalıyor.

Bu işe başlarken edindiğim bir bilgi beni çok şaşırtmıştı, oturduğum bölgenin belediyesiyle görüştüğümde cam atık kumbaralarına atılanların belediye tarafından değil, belediyelerin ücretli bir şekilde anlaştığı geri dönüşüm firmaları tarafından toplandığını öğrendim. Yani aslında bu cam kumbaralarına attığımız atıkların dönüştürülebilmesi için de bir başka firmaya ihtiyaç duyuluyor ve beraberinde bambaşka bir operasyonel ve ekonomik süreci getiriyor.

Bu yolculuğun tek başına yönetmenin çok zor olduğunun farkındayım ve paydaşlara ihtiyaç duyulması da çok doğal. Bireysel inisiyatiflerimiz çok önemli olsa da bu şekilde ilerleyerek ne yazık ki yeterli sayıda atık dönüştürebileceğimizi sanmıyorum ve geliştirilebilecek çok fazla yanı olduğuna inanıyorum. Bireysel tercihlerin yanı sıra bunun devlet tarafından daha sistematik bir hale getirilmesi, gerekirse yaptırımların uygulanması, bu noktada paydaşlar ile çalışılması gibi bu süreci ileriye taşıyabilecek gibi çok fazla alternatifimiz var. Tabii ki geri dönüşüm sürecine ek olarak bireyleri ileri dönüşüm konusunda bilinçlendirmenin de oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. Aslında geri dönüşüm, atık yönetimi sürecinin son ayağıdır. Buraya gelene kadar o atığı, daha az enerji harcayarak döngüsel ekonominin içerisinde tutmaya çalışmak daha öncelikli olmalı. Yeniden kullanmak ya da yeniden değerlendirmek gibi.


İ.Ç.: Bir marka kurmanın çok farklı konuda çalışmak olduğunu hepimiz bir şekilde deneyimliyoruz. Ürün üretmek, maliyet hesabı, pazarlama aşamaları ve marka tanıtmak için etkinlikler derken, markanın misyonundan ödün vermek çok olası. Bunun dışında da çoğu zaman sıfır atık, geri dönüşüm, ileri dönüşüm dediğimizde biraz dahi olsa bir beyaz yalanlar silsilesiyle karşılaşıyoruz. Bu konular da bir tür satış politikası haline geliyor. Bu ‘greenwashing’ dediğimiz konuya senin yaklaşımın nasıl? Marka değerlerini şeffaf, adil, ve hakikaten etki odaklı tutabildiğini düşünüyor musun? Bu konudaki düşüncelerini nedir?


Studio LeFond’un atölye avlusu 
Yine atölyeden bir görüntü 


T.U.:

‘Green washing’ yani ‘yeşil aklama’ oldukça hassas olduğum bir konu ve bu işin içine girdiğimden beri de daha fazla dikkat ettiğim bir konu haline geldi.

Ne yazık ki sadece ülkemizde değil tüm dünyada karşılaştığımız ve uzun yıllarca karşılaşmaya devam edeceğimiz bir sorun olduğunu düşünüyorum.



Tuğçe Uzgören Şahin
LeFond Studio
Marka Kurucusu


Sürdürülebilirlik, atık yönetimi ve dönüşüm kavramlarının çok revaçta olması sebebiyle bu kavramların pazarlama süreçlerine de girmesi, özellikle teknolojinin ve sosyal medyanın bu denli atakta olduğu bir dönemde tabii ki çok normal. Ben kendimce önlemimi lokal üreticilerden alışveriş yaparak alıyorum. Üretim süreçlerine az çok tanık olabildiğim, yavaş üretim yapan ve sosyal medyada da bu konuda daha şeffaf olan lokal markaları tercih etmeye özen gösteriyorum ve kendi markamı da tam olarak bu özellikler üzerinde kurgulamaya çalışıyorum.

Örneğin; şişelerin temizlenmesi sürecinde düzenli akan bir su kullanmamak adına şişelerin etiketlerini çıkarmadan önce onları yaklaşık 24 saat kadar su dolu bir kabın içerisinde bekletiyoruz. Anlaşmalı olduğumuz ustaların atölyesinde de cam kesimi yapılırken, su kullanılması gerektiğinden döngüsel bir sistem tercih ediliyor ve böylece su onlarca defa bu sistem içerisinde kalıp tekrar tekrar kullanılabiliyor. Bununla birlikte ürünlerimizin etiketlerinden, ahşap kapak ya da altlıklarına kadar tamamen doğal ve geri dönüştürülebilir malzemeler tercih ediyoruz aynı zamanda paketleme süreçlerimizde de plastiksiz kargo anlayışıyla hareket ediyoruz. Kat etmemiz gereken çok yol olduğunun farkında olmakla, şu an elimden geldiği kadarıyla her süreci şeffaf bir şekilde takipçilerimizle paylaşıyor ve etki odaklı bir iş süreci yönetmeye çalışıyorum.


İ.Ç.: LeFond’un artık Şişli’de yeni bir mekanı var. Bu mekan neler için kullanılıyor? Üretim dışında atölyeler ve işbirlikleri de gerçekleştiriyorsunuz. Biraz bize de bahsetmek ister misin?

T.U.: Evet, bu çok heyecanlı olduğum bir konu. Evin küçük odasında başladığım bu iş cam şişelerin sayısı arttıkça küçük odanın yeterli gelmediği bir yere evrildi ve artık depo, atölye, ofis olarak kullanabileceğim bir yere ihtiyacım vardı. Burada aslında şişelerin depolanması ve kesim öncesi temizlenme işlemleri gerçekleşiyor.

Bu işlemlerden sonra şişeler, uygun formlarda kesilip ürüne dönüşmesi için cam atölyesine gidiyor. Dilerim ileride bu aşamayı da kendi atölyemizde gerçekleştirebileceğimiz şekilde büyüme imkanımız olur.

Gelen talepler doğrultusunda son birkaç aydır bu adresimizde atık şişelerden dönüştürülmüş kalıplar kullanarak mum atölyeleri gerçekleştirmeye başladık. Kurumlarla işbirlikleri yaparak, çalışanlarının tükettiği atık şişeleri teslim alıp, onları mum atölyesine uygun olacak şekilde kesiyor ve bu şekilde kurumların da atık yönetimi süreçlerine hem destek olmuş oluyor, hem de çalışanlarıyla keyifli bir atölye gerçekleştiriyoruz.


İ.Ç.:Temel ürünlerin neler, bu ürün gamını son birkaç senede nasıl genişlettin? Ürünlerde en çok ne gibi konulara dikkat ediyorsun, önceliklerin neler oluyor?


T.U.: Ürünlerimizi tasarlarken en dikkat ettiğim konu günlük hayatta kolayca kullanılabilir olması ve en sık kullandığımız objelere alternatif olabilecek dönüşümler sunabilmek. Bu noktada bardak, vazo, kavanoz, küllük, mum, mumluk, kürdanlık ve yumurtalık gibi ürünlerimiz mevcut.

Dikkat ettiğimiz diğer bir konu ise, kişilerdeki dönüştürülmüş ürünün hala bir çöp olarak değerlendirildiği algısını değiştirmek. İleri dönüşüm de bir üretim ve sıfırdan tasarlanıp üretilmiş bir ürünle aynı özellikleri taşıyabilir. Ürünlerimizi alıp kullanan tüketicilerden genellikle “Bu hiç dönüştürülmüş bir ürün gibi değil, çok şık duruyor.” gibi yorumlar geliyor, bu iyi mi kötü mü bilemiyorum. :)

Ürünlerimizin dönüştürülmüş özelliklerde olmasıbizisevindiren bir konu. Dolayısıyla hem dönüştürülmüş, hem estetik, hem de şık bir ürün üretmeye odaklanıyoruz. Aynı zamanda tüketicilerimizden gelen farklı tasarım fikirleri de geliyor ve bunların üretilip üretilemeyeceğini deneyerek gerçekleştirmeye çalışıyoruz.

Dolayısıyla alışkanlıklarını değiştirmek için çabaladığımız tüketicilerin ihtiyaçlarını ve fikirlerini tam anlamıyla karşılayabilecekleri ürünleri ortaya çıkarmak bizim için oldukça önemli.


İ.Ç.: Online satışta olduğun için, en önemli konulardan biri ürünleri kırılmadan göndermek. Ambalajlamada doğa dostu, veya en azından doğaya en az etki edecek şekilde paketleme konusunda herhangi bir çalışmanız oldu mu? Kargo konusu oldukça plastik atık barındıran bir konu, bu alanda markanın herhangi bir planı olabilir mi yakın gelecekte?

T.U.: Yukarıda da bahsettiğim gibi, plastiksiz kargo anlayışıyla hareket eden bir markayız. Cam ürünlerin kırılmadan gönderilmesi hassas bir durum ve bu konuda oldukça endişemiz vardı, ancak bu 1 yıla yakın süre ciddi bir problemle karşılaşmadık. Plastik patpatlar yerine kraft patpatlar kullanıyoruz. Paketleme sırasında koli bandına dahi ihtiyaç duymadan jüt iplerle bağlayarak ürünleri oldukça sağlam bir şekilde paketleyebiliyoruz.


‘Etiketlerimizde ve kartlarımızda selefon dahi kullanmıyoruz. Hediyeliklerimizi de bez keseler içerisinde gönderiyoruz.’



Tuğçe Uzgören Şahin
LeFond Studio
Marka Kurucusu

Hatta ilk zamanlar bu bez keselerimize marka logosunu bastırıyorduk ancak şimdi bu sürece de daha sürdürülebilir olduğuna inandığımız için, logomuzu mühürleyerek devam ediyoruz. Tüm kutularımız geri dönüştürülmüş ya da dönüştürülebilir kraft malzemeden üretiliyor.

Paketleme sürecinde en önemli noktalardan biri de kutularımızın dayanıklılığı, en başından beri bu konuyu ön gördüğümüz için, en sağlam şekilde gidebilecek kalınlıkta ve dayanıklılıkta kutular tercih ediyoruz.


Marka kimliği ve cam kamışlar 
Şarap şişesinden üretilen cam bardak


İ.Ç.: LeFond’un kısa, orta ve uzun vade hedefleri nedir? Bizimle çok heyecan duyduğun paylaşmak isteyeceğin şeyler ne olurdu?

T.U.: Bu hedefler her geçen gün değişiyor diyebilirim, çünkü insan her hedefini içinde bulunduğu ana göre belirliyor. Bana 1 yıl önce soracak olsanız, şu an bulunduğum yerde olacağımı hayal bile edemezdim ve şu an burada bulunuyor olmak hedeflerimi de değiştirdi. Kısa vadede tabii ki daha fazla işletme, kurum ve organizasyona ulaşabilmek ilk hedefim, orta ve uzun vadede ise bu işi daha fazla paydaş ile birlikte gerçekleştirebilmek, ülkemizden çıkan atık miktarını azaltmaya ciddi anlamda fayda sağlayabilecek oranda üretim yapmak, bu minvalde kadınlar başta olmak üzere istihdam sağlayabilmek ve tabii ki dönüştürdüğümüz şişe sayısını artırmak oldukça önemli hedefler.

Ancak hepsinden öte bu gibi işlerin tek başına yapılamayacağını, büyümek için çok fazla desteğe ihtiyaç olduğunu ve birlikte çalışmak gerektiğinin farkındayım, dolayısıyla her hedefime daha fazla işbirliği ile yapmayı diliyorum.


İ.Ç.: Geçtiğimiz günlerde dinlediğim bir podcast’te dünya doğal düzeninin bozulmasının en temel sebeplerinden birinin ‘profit over well being’ yani ‘esenlik yerine kazanç’ olduğundan bahsediliyordu. İnsanlar ve tüm canlılar için esenlik yerine kazanç odaklı ilerlediğimizde, doğallığıyla akan doğal sistemlerimizin tabiri caizse tam anlamıyla içine ediyoruz. Le Fond’un büyüme ve kazanç odağını, fayda ve döngüsellik üzerine kurgulamak senin için ne kadar zor veya mümkün biraz bundan da bahseder misin?


‘Ben daha yolun çok başında bir girişimci olarak şunu söyleyebilirim ki, var olan yatırımımı tamamen kazanç odaklı kurgulayabileceğim onlarca belki yüzlerce iş fikri varken, tüm bunlar arasından dünyaya daha fazla katkı sağlayacağıma inandığım, atık şişelerden dönüştürülmüş ürünler tasarladığım bu markayı kurdum.’ 




Tuğçe Uzgören Şahin
LeFond Studio
Marka Kurucusu


Dolayısıyla böyle bir yola çıkmak bile fazlasıyla zor bir karardı. Dünyada her şeyin ticaret, ekonomi ve para odaklı döndüğü bir düzende bu gibi işler yapmak için yola çıkmak, fazlasıyla cesaret gerektiren bir süreç. Ancak girişimciliğin çok inişli çıkışlı bir süreç olduğunun farkındayım ve bu yolda karşılaşabileceğim her türlü zorluğa alternatif çözümler bulabileceğime inanıyorum.

Bu zorluklardan biri de hem sürdürülebilir hem de fayda odaklı bir kurgu yaratmak. Nihayetinde benim de bu işi sürdürebilmem için bir ekonomik beklentim var ve de olmalı. Ancak bu beklentinin fayda ve döngüselliğin önüne geçmeyeceği alternatiflerin de var olduğuna inanıyorum. Bu süreci zaman geçtikçe daha iyi deneyimleyebileceğimi düşünüyorum, ancak mevcut ekonomik düzen içerisinde daha 1 yılını bile doldurmamış bir marka olarak 3 defa fiyat güncellemesi yapmak zorunda kalmak hiç kolay değildi örneğin.

Biraz yola çıkmanın, devamını getirmekten daha önemli olduğu bir iş fikriydi benimki, o yüzden yol beni nerelere götürürse, bu yolda nasıl çözümler bulacağım hep birlikte görmeyı hedefliyorum.



İ.Ç.: Senin dünya için okuyucularına aktarmak istediğin, özellikle senden sonraki jenerasyonlara söylemek istediğin, paylaşmak istediğin birsey olur mu?

T.U.: Benden sonraki jenerasyonlar çok iddialı bir grup ama yola çıkmaya hazırlanan veya yola çıkmak ile ilgili soru işareti olan, özellikle kadınlara söyleyebileceğim birkaç şey var.

Ben ne tasarımla, ne üretimle, ne de sürdürülebilirlikle ilgili bir meslekten geliyorum. Tabii ki yapacağınız işe karakteriniz, alışkanlıklarınız, beklentileriniz fazlasıyla etki ediyor, ancak ne iş yaptığınız ve nereden geldiğiniz bundan tamamen bağımsız bir konu.

Girişimci olmak uzun bir yolculuk ve ben de daha çok başında olduğumu düşünüyorum. Dolayısıyla vereceğim tavsiyeler kimde nasıl bir yer bulur bilemiyorum ama korktuğunuz o yola çıkmak birçok şeyi çözüyor aslında.

İnsan her şeyi o yolda yürürken daha iyi görüyor, çözüyor ve  uzaktan baktığı kadar büyük bir problem olmadığını anlıyor. Tabii ki ülke ekonomisini düşündüğümüzde sadece bir iş fikrine sahip olmak yeterli değil; özellikle sosyal sorumluluk ve sürdürülebilirlik söz konusuysa, fikrinizin gerçekten bir şeyleri değiştirebileceğine öncelikle sizin inanmanız gerek. 


‘Bununla beraber bir iş fikrini hayata geçirebilmenin en önemli anahtarlarından biri de işin mutfağını öğrenmek. Üretim sürecine bir şekilde dahil olan, ürünün geçtiği aşamalara hakim olan, en azından konu hakkında araştırma yapıp bilgi sahibi olan bir girişimci zaten bilgi ve özgüveniyle markasına da kendine de bir yer edinecektir.’




Tuğçe Uzgören Şahin
LeFond Studio 
Marka Kurucusu


Son olarak naçizane şunu da eklemek isterim ki; kadın girişimci olmak beraberinde birçok engeli getirse de bu süreçte destek bulabileceğiniz çokça oluşum da mevcut. Bu oluşumlardan destek almaktan, başkalarından yardım istemekten, iş birlikleri yapmaktan çekinmemek gerek.

Benim bu bağlamda verebileceğim en önemli tavsiye de cesaret etmek ve sabretmek olur sanırım. Bu uzun ve meşakkatli yolda, inandığınız bir işe emek verip cesaret ve en önemlisi sabrettiğiniz sürece karşılığını alabileceğinize inanıyorum.


İ.Ç.: Çok çok teşekkür ederiz Tuğçe, çalışmalarında başarılar dileriz.

T.U.: Ben teşekkür ederim, siz de iyi ki varsınız!