Dünya İçin, bilinçli yaşam yaklaşımını benimseyerek doğayı korumak adına jenerasyonlar arası bilgi paylaşımı yapan, atık temizliği, geri/ileri dönüşüm ve tasarım etkinlikleri düzenleyen bir sosyal oluşumdur.




ULAŞ
TAKİP ET
︎ Email
︎ Instagram
DÜNYA İÇİN: MODA & İLERİ DÖNÜŞÜM


Hüner Aldemir’in yarattığı ‘huner’ markasının ürün etiket detayı. 

BİLİNÇLİ YARATICILAR:
HÜNER ALDEMİR 

︎


18 Haziran 2021
Yazan: İrem Çetinor




Seneler sonra lise zamanlarımızda tanıştığım sevgili Hüner’le yeniden bir araya geldik. Onun da benim gibi Amerika macerası olan bir tasarımcı olduğunu bildiğim için, atölyesini ziyarete gidiyor olmak büyük bir heyacan verdi bana!

Bir mekandan içeri girerken hep bir başkasının zihnine giriş yapıyormuş gibi hissederim, ve diyebilirim ki, Hüner’in zihninde birkaç saat geçirmek gerçekten çok keyifliydi. İşine verdiği özen, mekanını düzenleyişine, malzemelerini seçişine, ve tabi ki içerideki çoğu şeye yansımıştı ve İstanbul’da böyle bilinçli ve işine saygılı insanlar olması gerçekten çok mutluluk verici! 

Aşağıda sürdürülebilirlik, tasarım, malzeme seçimi, iş birlikleri ve günümüzde iş üretimine dair sohbetimize göz atabilirsiniz. Çok teşekkür ederiz Hüner! 



İrem Çetinor: Hüner merhaba, nasılsın, uzun zaman oldu seninle görüşmeyeli, hemen başlayabiliriz senin için de uygunsa. 

Hüner Aldemir: İyiyim İrem, stüdyoya hoşgeldin, tabi hemen başlayalım. 

İ.Ç: İlk başta moda tasarımı okuduktan sonra sürdürülebilir moda veya moda’da ileri dönüşüm konularıyla nasıl ilgilenmeye başladın biraz bundan bahsedebilirsin belki..
H.A: Tabi.. Benim sürecim aslında biraz ters oldu, New York’ta Pratt Üniversitesinde Moda tasarımı okurken, üniversitenin 3. sınıfında ilk defa zorunlu bir ‘Sustainable Fashion’ (sürdürülebilir moda) dersimiz vardı. Ama işin komik tarafı çoğumuz üniversitedeyken o dersi pek sevmezdik, çünkü hepimizin büyük tasarımcı olma hayali vardı, ve bu konular çok önemsediğimiz şeyler değildi o zamanlar.. Çizimler yapıp, sürekli tasarım yapacağımız, etrafımda insanların bizim için koşuşturup kumaşlar bulacağı bir hayat hayal ediyorduk çoğumuz açıkçası, o yüzden ‘sürdürülebilirlik’ konusu nedense bize çok çekici gelmiyordu. Örneğin bir projemiz thrift store’dan (ikinci el dükkanından) alınan bir kıyafeti, hiç bir kısmını çöpe atmadan onu başka bir tasarıma dönüştürmekti. O zamanlar bunun gibi projeler hepimize çok angarya geliyordu ama, şimdi ne kadar kıymetli olduklarını görüyorum aldığım bu eğitimin. 

İ.Ç: Bir yandan epey teknik de bir şey öğrenmişsiniz aslına..
H.A: Evet kesinlikle, sonuç olarak o kıyafeti parçalarına ayırıp farklı bir fonksiyon vererek hiç atık çıkarmadan bir kıyafet yapıyorduk ve bu sürece hakim olmak önemli bir tecrübe. Ama dediğim gibi ne üniversitedeyken, ne de sonrasında böyle bir alanda ilerleme niyetim yoktu.

Mezun olduktan sonra, üniversite sonda yanlarında staj yaptığım yerde çalışmaya başladım. Onlar da çok klasik New York Moda Haftası’nda defile yapan, yılda 4 koleksiyon üreten bir markaydı. Orda biraz şeyin farkına varmaya başladım, çok fazla şey üretiyoruz, günün sonunda çok azı satılıyor, üretimden mağazalara ürünler gidiyor, bir çoğu geri dönüyor, indirimler, indirimler yapıyoruz, %70 indirime bile sattığımızda kar ediyorduk, böyle şeyler çok olmaması gereken şeyler gibi geliyordu bana. Ondan sonra, orada biraz farkına vardım, bir gariplik olduğunun, ama hala ben bu durumu düzelteceğim gibi bir idealim yoktu. Kendi markamı kurma hayalim de çok ileride olabilecek ucu açık bir hayal gibiydi. Yoğun olarak adımlarını hesapladığım birşey değildi açıkçası. Sonra Türkiye’ye döndüm, ve önce Shopigo’da sonra da Lidyana’da bir satış alma tecrübem oldu. Lidyana’da marka müdürü olarak çalıştım. Paris’te satın almaya gidiyoruz örneğin, bir sürü ürün seçiliyor, çok fazla para harcanıyor, ürünlerin satın alınıp alınmayacağı belli değil gibi garip garip şeylerle karşılaşıyorduk.

Böyle 2014-15 senelerim böyle geçti, sonrasında çalıştıkça güzellikler denk gelmeye başladı. Tesadüfen annem bir arkadaşının mimarlık ofisine sunum yapmaya gidiyormuş, beni de yanına çağırdı, meğersem Venedik Mimarlık Bienali için gerçekleştirilen bir beyin fırtınası seansıymış bu katıldığım, kendimi böyle bir sürecin içinde buluverdim tamamen şans eseri. 28 Mayıs-27 Kasım 2016 tarihleri arasında düzenlenen Venedik Bienali 15. Uluslararası Mimarlık Sergisi Türkiye Pavyonu’nda, Darzanà başlıklı bir proje gerçekleştirildi, biz de annemle projenin ekibine dahil olduk. Herşey aşırı tesadüf bir şekilde gerçekleşti diyebilirim. Bir proje önerdik onlara, proje için bir yayın çıkarılmasına karar verildi, kitabın editörlüğünü annem yaptı (Feride Çiçekoğlu) ardından bu kitabı taşımak için da çantalar yapılmasına karar verildi, çantaları da benim yapmamı istediler. Bu şekilde bir üretim sürecim başladı. 



Haliç tersanesinde terkedilmiş malzemelerden oluşturulmuş gemi formunda bir enstalasyondu bu proje. Ben de bu temadan yola çıkarak yelkenden bir çanta yapma fikriyle ortaya çıktım, hem ileri dönüşümü hem de denizciliği kapsayan bir tasarım süreci hayal ettim. Açılış için 500 adet çanta yaptık. Aslında ilk bir ‘tote bag’ yapma fikri vardı, ama daha özel birşey olabilir diye düşündüm. Açılış 3 gün sürdü, ilk 2 günde çantalar tükendi, insanlar pavyona gelip çantaları soruyorlardı. O sıralar da elimde yelken malzemesi epey vardı, bu kadar yoğun bir talep de olunca, ben de o aralar bundan sonra ne yapacağım diye düşünüyordum biraz, o yüzden,  ‘tamam o zaman ben de marka kurayım’ dedim. 

Sonra bir yıl numune üretim süreciyle geçti, biraz uzun bir süreçti. Ve sonrasında 2017, 1 Temmuz’da ‘huner’ doğmuş oldu. 

İ.Ç: Peki biraz numune üretme sürecin nasıldı, ondan bahsedebilir misin? 
H.A:
Bir numune yani bir model hazırdı aslında. Başlarken 7 modelle yola çıktım. Bir insan hayatı boyunca farklı fonksiyonlar için ne tip çantalar kullanır, ben neler kullanıyorum, ben nelere ihtiyaç duyuyorum gibi sorularla çıktı aslında koleksiyon ortaya. ‘Tote Bag’ zaten hazırdı, 7 ürün fazla olacak gibi geldi, onu 5’e indirdim. En sonunda 1 sırt çantısı, 1 tote bag, 2 farklı boyda clutch, 1’de seyahat çantası ortaya çıktı. Ama itiraf etmeliyim en başlarda her şeyi tek başıma dikeceğim, tek başıma yapacağım diyordum, üretiminden tasarımına, bu hiç böyle olmuyormuş onu gördüm. Hiç birşey tek başına yapılmıyormuş, yani imkansız. Bir yandan ne kadar esnek olursam o kadar gelişebileceğimi gördüm bu süreçte. Ne zaman birşeyi bırakırsam, arkasından iki güzel şey geliyor arkasından. O sıralarda eski erkek arkadaşımın fotoğrafçıydı, değişik malzemelerle tecrübesi vardı, onun stüdyosunun üst katında bir atölye kurduk, ilk 6 ay deneme yanılma bir yerlere geldim, sonraki 5 ay onunla birlikte çalışarak koleksiyonu kurduk. Her gün yeni birşey deneyerek, içimize sinene kadar ürettik..

İ.Ç: Biraz malzemelerinden söz edelim istersen..
H.A:
Yelken aslında çok zor bir malzeme, üzerine çalışması çok kolay değil, çünkü deri kadar pahalı, deri gibi delinince izi kalıyor ve yapısı biraz bozuluyor. İlk üretimde değil de, ikinci üretimde, malzeme nasıl daha uzun süre kullanılabilir gibi sorularımız vardı. İlk üretimde biraz problem yaşadık aslında, mesela bir ürün gönderdiğimde, bir ay sonra, ‘ürünün şurası deforme oldu’ gibi geri dönüşler alabiliyorduk. Ben de negatif bir yorum gelince baya mahçup hissediyordum açıkçası, hani insan negatif bir yorum duyunca ister istemez mahçup oluyor. Ama öyle öyle şimdi çok daha iyi bir yere geldik, hala küçük problemler çıkabiliyor, ama onları sorun saymıyoruz. Müşterilerle kurduğumuz ilişkilerle büyüyor marka aslında. Mesela geçenlerde Akyaka’da bir arkadaşımla karşılaşmış bir müşterimiz, o da bir email attığını ve hemen dönüş aldığını söylemiş, küçük bir üretici olarak bunlara çok önem veriyoruz evet. Müşteri ilişkilerinde çok daha sorun yaşayacağımı sanardım, ama nasıl olduysa bir peygamber sabrım oluştu, biraz sabırsız biri olarak kendimden bunu hiç beklemezdim açıkçası. Mesela ben seçemedim, siz neyi önerirsiniz diğenler oluyor, onları yönlendirmeye çalışıyorum, kişisel stilistlik yaptığım zamanlar da oluyor, tatlı oluyor. Ya da stüdyoya gelenlerin ürün seçmeleri çok keyifli oluyor. 

İ.Ç: Peki malzeme tedarik sürecin nasıl, diğer malzeme seçimlerin nasıl ilerliyor? Ya da üniversitede bahsettiğin sürdürülebilir moda dersinde atık çıkarmadan yapmaya çalıştığınız üretim sürecini ne kadar uygulayabiliyorsun? Ya da kendimizle çeliştiğimiz noktalarla ilgiline söyleyebilirsin? 

H.A: Evet o süreç çok gerçekçi değilmiş aslında. Sürdürülebilirlik konusunun o kadar farklı kolu var ki, her alanını gerçekleştirmek imkansız bence, ilk başta bunu kabul etmek gerekiyor. Başlarken bu konuda çok mükemmeliyetçi olmamak lazım, yoksa hiç birşey yapamaz hale gelebiliyor insan. Şimdi ikinci markam Ferah için ambalajlarımı tamamen geri dönüştürülebilir seçmeye çalışıyorum, her şeyini teoride geri dönüştürülebilir yapabiliyorum, ama en son kutumun üzerine bir sticker koymak istiyorum, ama malesef soya bazlı yapışkanı olsun, geri dönüştürülebilir kağıttan olsun vs. bunun gibi alternatifler Türkiye’de yok malesef. İlla yurtdışından söylenmesi lazım, o zaman da çok pahalı oluyor, pek olmuyor gibi gibi konularla karşılaşabiliyor insan. 

Mesela noissue diye bir websitesi var Amerika’da, geri dönüşebilen ambalajlar yapııyorlar, ama bizim için çok gerçekçi değil şu aşamada. 

Diğer konulara değinecek olursam, ‘hu:ner’ bir ileri dönüşüm markası, bir çanta markası olarak bakmıyorum aslında. İleri dönüşüm yaptığımız için, üretim sürecimiz çok ilginç gerçekten. Kullandığımız yelkenler atıl olan yelkenler. Bir yelken 15.000 Euro falan, insanlar o yüzden baştan o kadar para verdikleri bir malzemeyi bedavaya elden çıkarmak istemiyorlar, kolay kolay gözden çıkaramıyorlar da. Ama bazen de hayvan barınaklarına tente olarak kullanıldığı olabiliyor. Olduğu gibi kullanılıyor. 

Yelkenler ‘loft’ denen yerlerde dikiliyor. Mesela bir insan yeni yelkenini almaya geldiğinde, eski yelkenini orada bırakıyor. Loftların da çok güzel bir düzeni var, kocaman bir oda düşün, kocaman bir oda boyutunda bir masa, dikiş makinesinin olduğu yerde de bir delik var, dikiş yapan kişi o deliğe girerek dikiş yapıyor. Yelken o kadar büyük ki, yelken ustanın yanından akıyor, adam o sırada dikiş yapıyor gibi düşünebilirsin. Ve o oda büyüklüğündeki masanın bütün altı, eski yelkenlerle dolu. O yüzden tedarik sıkıntısı diye birşey yok. Yelken sporu devam ettiği sürece malzeme olacaktır yani, özellikle de yarış yelkenleri, bir iki sefer kullanılıyor. Gezi yelkenleri daha uzun, 7-8 hatta iyi bakılırsa 10 yıl kullanılabiliyormuş. Biz işte ilk Bienali için yelken ararken Bodrum’a gitmiştik, orada 80’lerden kalma yelkenler vardı. 30 yıllık yelkenler yani, kalmış oralarda. 

Şimdi bir Kalamış’tan bir yelken öğretmeni tanıdığım oldu, o beni arıyor artık malzemeler için, böyle de bir zincirimiz oluştu bu süreçte. 

Artık 60m2 bir yelken alıyorum, o beni 2 sene boyunca idare ediyor. Hiç bir yerini atmıyorum, küçülterek üretiyorum, ama her artığımı biriktiriyorum. Merdiven altında bir dolabım var orada 4 yıldır kesim artıklarımı biriktiriyorum. Belki onlarla da fonksiyonel bir çalışma yapılabilir mi zaman ayırmak lazım. Bazı çantaların küçük parçalarından daha küçük ürünler belki cüzdanlar üretebilir miyiz diye şimdi WWF Türkiye ile görüşüyoruz bakalım. 

Bazı diğer malzemelerim de ‘dead stock’ dediğimiz malzeme artığı malzemeler, yani ben kullanmasam öylece bir yerlerde çürümeye mahküm, ruloda olan malzemeler. Mesela bir stor perdeciden aldığım birkaç rulo var, yine aynı şekilde ‘dead stock’. Ellerinde kalan küçük ruloları onlardan alıyorum. Sadece fermuar ve etiketlerim yeni üretilen bölümleri ürünlerimizin. 

İ.Ç.: Daha küçük bir üretici olarak senin değerlerinle örtüşen kurumlarla işbirliklerinden biraz bahsedebilir misin? WWF Türkiye ile çalışıyorsun örneğin.

H.A: Tabi ki. Evet böyle işbirlikleri yeni birşeyler denemek açısından çok keyifli oluyor. Örneğin WWF ile çalışırken üretim ile ilgilenmem gerekmediği için üzerimden büyük yük kalkmış oldu. Onlar da Reflect Studio ile çalıştıkları için kalite kontrol konusunda da güven duyuyorum sürece, ve daha rahat ilerliyor herşey. Numune yapıp üretimi teslim edebiliyorum böyle süreçlerde. Yani aslında WWF Türkiye için hu:ner x reflect studio gibi bir işbirliği yapmış oluyoruz. Böyle böyle sürdürülebilir sistemler kuruyoruz.

Şimdi Mah-roc ile güzel bir proje üzerine çalışıyoruz. İkimiz de pek çok şeyle birlikte uğraştığımız için aşırı ‘slow fashion’ şeklinde ilerliyor projemiz ama olsun. (diyor ve gülüyor.)

İ.Ç: Harika, Hüner çok teşekkürler kuruluş sürecin, malzemeler ve ileri dönüşüm ile ilgili yolculuğundan bize bahsettiğin için, çalışmalarında bol şans ve keyif diliyorum sana!

H.A: Ben teşekkür ederim! Görüşmek üzere.