Dünya İçin, bilinçli yaşam yaklaşımını benimseyerek doğayı korumak adına jenerasyonlar arası bilgi paylaşımı yapan, atık temizliği, geri/ileri dönüşüm ve tasarım etkinlikleri düzenleyen bir sosyal oluşumdur.




ULAŞ
TAKİP ET
︎ Email
︎ Instagram
ECODRONE - ECORDING



BİLİNÇLİ YARATICILAR:
ECORDING - MERT KARSLIOĞLU

︎


 


10 Kasım 2022
Röportaj ve Derleyen: İrem Çetinor
Çeviren: Tuçe Şengel 



Ecording markasını daha önce duymuş muydunuz? İnsansız hava araçlarını, onların tabiriyle ‘ecodrone’ları, doğa ve dünyamız için kullanan bir sosyal girişim. Ecording’in kurucusu Mert Karslıoğlu ile süreçlerinden, hedeflerinden ve niyetlerinden bahsettik. 

İrem Çetinor.: Ecording nasıl kuruldu, biraz sürecinizden bahsedebilir misiniz?

Mert Karslıoğlu: Bahsettiğim gibi, Dünya İçin’le benzer bir başlangıç sürecimiz vardı. Biz üniversitede bir sosyal girişimcilik dersi almıştık. O dersi aldıktan sonra da biraz daha çevre odaklı bir şeyler yapmamız gerektiğinin, biraz daha ön planda olduğu bir süreç yaşadık ve Ecording’in temellerini böyle attık.

İlk olarak bireysel çevre bilincini geliştirmeye yönelik, çalışmalar yapan bir sosyal girişim olarak kurulduk.. Daha sonra dernekleşme sürecimiz oldu. Bu süre aralığında çeşitli noktalarda çalışmalar yapan ve teknolojiyi de aynı zamanda kullanmayı hedefleyen bir sosyal girişim olduğumuzun ya da aynı zamanda böyle farklı çalışmalar yapabileceğimizin ekosisteme yakınlığı konusunda da çok bir fikir sahibi değildik açıkçası.

Daha sonra da bir kırılım yaşadık. Başka teknolojiler de üretmeliyiz diye düşündük çünkü ben ve ekip arkadaşlarımın çoğu mühendislik eğitimi temelliydi. Böyle bir endüstri kanalı söz konusu olunca, yetilerimizi, bilgimizi daha çeşitli üretimler yapmak için kullanabiliriz diye değerlendirmeye başladık. Farklı teknolojiler üretme hedefiyle bir sosyal girişim olma fikrine daha yakınlaştık. 

Dünya İçin’e benzer olarak, biz de sahillerden veya ormandan, atık toplama senaryosunda, insanlara bunu anlatma ve farkındalık yaratma ya da davranışsal değişim yaratma konusunda biz de sorunlar yaşıyorduk. Bunun için yakın zamanda bir ürün yayına aldık.



Ecording App’in iç yüzünden bir görüntü. 
İ.Ç.: ‘Ecording App’ tarafında paylaştığınız, insanların günlük hayatlarına entegre edebilecekleri bilgileri ne kadar kapsülleştirip yayınladığınızı görünce çok mutlu oldum. İnsanlar büyük sorunlarla karşı karşıya kalınca, hangi aksiyonu alacağını bilmediğinde ve kolay çözümlere erişemeyince konudan uzaklaşabiliyor. O yüzden çözüm önerilerini olabildiğince basitleştirmek ve aksiyon alınabilecek hale getirmek çok önemli.

M.K: İki farklı kitle var, biri  problemlerin farkında ve çözüm potansiyeli olan insanlardan oluşan bir kitle. Belirli bir kesim hali hazırda günlük hayatındaki alışkanlıklarla doğa ile ahenk içinde yaşamak için sürdürülebilir yaşam alışkanlıklarını uyguluyor ve artık bir bilinç kazanmış durumda, ve bu doğrultuda yaşıyorlar. 

Ama bu aynı zamanda harekete geçmek konusunda fikir sahibi olmayan problemleri öğrenmeyi, anlamayı, ve bu doğrultuda hareket etmeyi bekleyen bir kitle de var.

Yani daha anlaşılabilir bir şekilde bilgileri anlatmaya ihtiyacımız vardı.


İ.Ç.: Ecording’in dernekleşme sürecinden biraz bahseder misiniz? Dernek olmak size neler kattı? Şu an ama bildiğim kadarıyla bir şirketsiniz doğru mu?

M.K: Üniversitede bilgisayar mühendisi öğrencisiydim ve 2. Sınıfta sosyal girişimcilik dersi aldım o sosyal girişimcilik ile tanıştığımda, dünyanın sosyal ve çevresel problemlerine çözüm üretme ve bu doğrultuda yaşama refleksi çok etkileyici gelmişti bana.

Doğrudan sivil toplum tarafıyla tanışma fırsatım oldu. Sonrasındaki süreçte çevreyle alakalı çalışmak istedik. Yaşadığımız ve doğduğumuz şehirlerde yaşanan çevresel problemlerin de etkisi vardı. Dedik ki kitlesel çevre bilincini geliştirmeye yönelik çalışmalar yapan bir sosyal girişim olalım ve insanları bu konuda hap bilgiler ile bilgilendirelim.


Ecording ekibi, ilk Ecodrone’lardan birini test ederken. 

1 sene boyunca fikirden faaliyete geçmek için üniversitelerimizden ayırabildiğimiz zamanlarımızda çalıştık. Bu süreçte hem sürdürülebilir bir şekilde bu çalışmalarımızı yapalım ve bir kurum çatısıı altında toplayalım istemiştik, bu şekilde dernekleştik. İlk kez bir dernek yapısı yönetimi ve içerideki sorumluluklarıyla ilgilenme fırsatım oldu, tamamen gençlerden oluşan bir kurulumuz vardı. Daha sonra derneği ilerletmedik, çünkü bir teknoloji geliştirme refleksinde bulunduk.

Teknoloji geliştirme projesinin fonlarını dernek karşılayamadı açıkçası, bu yüzden daha farklı, daha hızlı girişim alışkanlıklarıyla hareket edebilen aynı zamanda da kendi içerisinde gerek finansal, gerek çevresel sürdürülebilirliği sağlayabilecek bir sürece girmek durumunda kaldık.

Bu yüzden dernek yapısından vazgeçip şirketleştik. Küresel iklim sorunlarına dair teknolojiler üretmek, iklim krizine sebep olan eylem ve durumlara karşı teknoloji geliştirmek ve bu teknolojiyi insan ve kurumların kullanımına sunmak ve bu sayede de iklim krizinin etkilerini azaltmak ve aynı zamanda mücadeleyi diri tutup çalışmalara destek vermek adına Türkiye ve dünyada kurulduk.

İHA’lara (insansız hava araçlarına) biraz daha ilgimiz vardı o dönemde ve bu araçları geliştirip buradaki çalışmalara nası katkı sağlayabiliriz diye soruyorduk. Böylelikle, ilk olarak, ‘eco drone’ ürümüz ile başladık.

Doğayı incelediğimizde, evrimsel olarak doğa kendisini nasıl sürdürülebilir kılmış görebiliyoruz. Doğal ormanların tamamı ağaçlardan düşen kozalakların içerisinden saçılan tohumların kuşlar veya rüzgarla çeşitli süreçlerde etrafa yayılıp, düştükleri yerde hayat bulup büyümesi ile var olmuş ve genişlemiş. Bu süreci İHAlar ile taklit edebilir miyiz? diye sorduk ve böylelikle ‘eco drone’ların geliştirmeye karar verdik.

İ.Ç.: İkinci sorunun da biraz üzerinden geçmiş olduk gibi. Şirket misiniz dernek mi?

M.K: Kısaca bahsetmek gerekirse yani evet oradaki yaşadığımız bariyer finansal bazlıydı. Örnek veriyorum bir çalışma yapıyor olduğumuzda çeşitli denetim mekanizmaları, içerideki akış ve kurullar gibi senaryolara hiç hakim değildik. Üniversitede öğrenci olarak başladığımız için de çok deneyimsizdik. Kurumsalda çalışma vs gibi deneyimlerimiz hiç olmamıştı.

Bu yüzden derneği ilk kurduğumuzda finansal sürdürülebilirliği sağlayamadık. Baktık ki çalışmaları fonlayamıyoruz, ürünlerimizi geliştirip sunabileceğimiz ve aynı zamanda da kullanımında sürdürülebilirliğini ölçeklenir bir şekilde sağlayacak alternatifler üretme yönelimine girdik.

Çünkü iklim krizi sadece Türkiye’nin bir problemi olmadığı için dünyanın farklı yerlerine rahat bir şekilde ulaşabilmelisi ve o anlamda da ölçeklenebilir olması gerekiyor. Bunun olabilmesi  için de bazı noktalarda yatırım alması iş modellerinin farklı partnerlere entegrasyonu gibi ihtiyaçlar var.


İ.Ç.: Anladığım kadarıyla Avrupa’da da şuan bir ayağınız var?

M.K: Evet, bu zaman içerisinde daha önce bir denememiz olmuştu fakat pandemi sürecinde çeşitli noktalarda pivot etme durumumuz söz konusu oldu. Şu an 2023 ün başlarına kadar da Avrupa’daki çalışma ve operasyonlarımıza başlıyor olacağız.

İ.Ç.: İklim krizindeki önemli etkenlerden birinin toprak sağlığı ile bağlantılı olduğunu biliyoruz. Toprak, bitkiler, iklim hepsi birbirine bağlı. Toprak yıpranınca buradan da ısı ve karbonun atmosfere yükseldiğini öğrendik ve toprak içerisindeki mikrobiyolojik canlılar, organik canlılar zarar gördükçe çölleşme meydana geliyor. Toprak sağlığını yitirince de karbon su emiliminin dengesi bozuluyor ve tüm ekosistem sarsılıyor.

Toprak ve iklim ile ilişkili pek çok sorun var elimizde ama sağlıklı toprağın su ve karbondioksiti absorbe ettiğini biliyoruz. Özetlemek gerekirse Ecording çölleşme, karbon emisyonu, artan ısı, çeşitli güncel olaylarımız ile ilgili nasıl çözümler sunuyor?

M.K: Bu bahsettiğiniz konular ülkemizde çok değerli dernek, vakıf ve kuruluşların aktif olarak çalıştığı konu başlıklarından sadece birkaç tanesi. Biz ilk sürece başladığımızda İHA’ları geliştirelim ve bu sayede de çölleşmeyle mücadele edelim istedik.

Öncelikle ulaşması zor alanlara İHA’ları görev aldırarak hem biyoçeşitliliği korumaya çalışalım aynı zamanda da ormanlaşmaya katkı sağlayalım hedefimiz vardı. Biliyorsunuz bunu bir ağaç ya da bir bitki gibi değerlendirmemek lazım. Ekosistem dediğimizde buradaki canlılar, ağaçlar, bitkiler, organizmalar gibi çok multidisipliner yapı ve varlık söz konusu.

Bunların da tamamı karbon tutma ya da dünyaya etki yaratma konusunda da doğrudan hayatımıza giren başlıklardan. Doğanın varlığını sadece karbon absorbe eden yada sadece karbon ‘offset’leyebileceğimiz bir olgu olarak değerlendirmek yanlış, biz doğanın bir parçasıyız, ve ondan kopuk değiliz.

Gün geçtikçe iklimsel, tarımsal, ormansal problemler ile karşılaşıyoruz. İnsanların eskisi kadar sağlıklı tarım yapmıyor, ormanlar yeteri kadar sürdürülebilir bir şekilde işlenmiyor gibi gibi sayısız sorun var. Bu sadece insanları değil doğrudan ekosistemimizi tehlikeye atıyor. Yapıyor olduğumuz çalışmada, ulaşılması zor ve daha geniş alanlara,  İHA’lar aracılığı ile hayat götürelim ve daha geniş alanlardaki hayat potansiyellerinin varlıklarını sağlayalım istiyoruz.

Ecodrone’ları iklim krizini çözüm üretebilmek adına, biyoçeşitliliği koruma ve ormansızlaşmayı önleme adımları üzerine kurguladık. Çünkü pek çok farklı konu var. Okyanusların asitlenmesi, azot ve fosfor döngüsü de dünya için ciddi problem oluşturan eşiklerinden bazıları. Biz Ecodrone ürününü öncelikle biyoçeşitlilik ve ormanlaştırma üzerine pozisyonladık ve 4  yıldır da bunun üzerinde çalışıyoruz.

İ.Ç.: Web sitenizdeki arka arkaya değişen sorunları görünce insanın içi daralıyor. Sadece toprakta değil,  denizde, okyanuslarda, akarsularda, ormanda,  türlerde.. Her yerde bir tahribat görüyoruz. Belki de tek bir konuya odaklanmak ve oradan tüm sisteme fayda sağlamak en akıllıcası.

M.K: Bu bazı noktalarda dezavantaj da yaratabiliyor. Doğrudan odaklanılmış bir probleme bazı noktalarda daha kuvvetli çözümler üretebileceğimiz bir durum söz konusu olabilir.

Örneğin, İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi tarafından Türkiye’nin tamamını ormanla kapladığımızda bile ülkenin karbon ayak izini yok edemediğimiz hesaplanmış.

Böyle bir durum söz konusuyken bizim sadece bu taraflarla alakalı değil farklı noktalarda da bir şeyler yapmamız gerekiyor. Tek konu karbon değil ama çözsek bile yaşamımızı dönüştürmezsek zaten yine aynı problemleri yaşayacağız. Bu ve bunun gibi konular ve parametreler de, farklı ürünler çıkarmamız konusunda bizim için etken oldu.


İ.Ç.: 2030 senesine kadar bir milyar tohum topu atış hedefiniz olduğunu okudum web sitenizde. Bir nevi doğaya dışarıdan yaptığınız bu müdahale doğanın genel dengesine nasıl etki edecek? Burada araştırmalara dayalı öngörüleriniz nedir?

M.K: Öncelikle tohum atan bir drone geliştirme misyonumuz var ama süreçte derinlere indikçe hayal veya tahmin ettiğimiz gibi süreçlerin içinde olmadığımızı gördük. Çok daha karmaşık multidisiplinerbir yapı ile yaklaşmamız gereken konular olduğunu öğrendik süreç içerisinde.

Bizim yapıyor olduğumuz ormanlaştırma yöntemleri, dikim ve ekim olmak üzere ikiye ayrılıyor. Dışarıdan müdahale ile yapay olarak yapılabilir ya da doğal olarak gelişebilir, yani ormana bırakacağız ve o kendi kendine büyüyecek, genişleyecek. Yapay olarak da çeşitli noktalarda çalışma başlatabileceğimiz alternatifler söz konusu. Doğal süreç ise tabii ki uzun bir süreç ve bölgeden bölgeyede değişiklik gösteriyor.

ODTÜ’ye gittiyseniz biliyorsunuzdur, oradaki orman Türkiye'de yapılan ilk insan temelli yapay ormanlardan bir tanesi bugün geldiği noktada yemyeşil bir dünya halini alıyor ve bu gerçekleşmesi oldukça uzun bir süreç.

Biz de yapay sürece baktığımızda bir tanesi fidan dikimi diğeri de tohumlama, tohumlamayı nasıl geliştirebiliriz diye değerlendirdiğimizde de havadan ekim için uygun olan bazı tohum türleri var. Bu türleri üniversitedeki akademisyen hocalarımızın, partnerlerimizin desteği ile orman genel müdürlüğünün bu zamana kadar verdiği destekle yapabildik.

Çünkü başlarken bir ‘know how’ımız yoktu. Öğrendiğimiz  türlerin yetişebileceği alanları göz önünde bulundurarak aynı zamanda karbon tutma potansiyelleri diğerlerine göre nispeten daha fazla olan ve biraz daha toprak yüzeyinde kolaylıkla yetişebilen tohum türlerini tercih ettik.

İ.Ç.: Patlangaç, yaban elması, kızılçam, toros sediri neden bu ağaçlar biraz daha detay verebiliriz belki ve hangi türleri seçiyoruz?

M.K: ‘Toprağa ve doğaya minimum müdahale ile dışarıdan uygun türleri ormanların genişlemesi için sağlayabilir miyiz?’ diye soruyorduk. Bir tohumun toprağa ulaşması için herhangi bir alanda ya onu bir kuşun taşıması ya da rüzgarın uçurması gibi parametreleri var.

Doğada doğal yöntemlerin verimli bir şekilde işlemediği mümkün yahut zor olduğu noktalarda acaba bu çalışmalara destek verebileceğimiz alternatif yapılar mümkün mü diye değerlendirmelerimize başladık. Daha sonrasında da bu türlerin yetişebildiği yükselti ve alanlarda çalışmalar yapıp doğal yöntemlere destek vermeye çalıştık.

İ.Ç.: Peki bir yaban elması, toros sediri nereye yönlendiriliyor gibi seçimlerinizde nasıl emin olabiliyorsunuz? Sonuçta belki orada toprağın başka bir tohumla ilgili bir bilgisi var ve diğer tohumu kabul etmeyecek?

M.K: Toros sediri Türkiye’de sadece Mersin’de yani Akdeniz bölgesinde, Toroslar’da yetişen bir türdü. Daha sonra onu 800 metre ile 1600 metre rakımda yetiştirebilen alternatifler ortaya çıktı. Buradaki arazilerin yapısı oldukça zorlu ve karstik araziler. Toros sedirini tercih etme sebebimiz 1970’lerde havadan tohumlama denemelerinde yapılmışt, ve ülkemizde başarılı olmuştu.

Türlerimizi danışman hocalarımız belirliyor. Operasyonlarımızı yalnızca Orman Genel Müdürlüğü’nün Ar/Ge amaçlı tahsis ettiği alanlarda yapabiliyoruz. Onun dışında İHA’larımızın çıkıp rastgele tohum atışı gerçekleştirebiliyor gibi bir durum yok kesinlikle.

Yıl içerisinde hangi türleri hangi lokasyonlarda ve ne doğrultuda ve hangi tarihler arasında yapabiliriz öncesinde  ön onaylar alarak, analiz ve fizibiliteler doğrultusunda yapıyoruz. 

Öncelikle de toprak analizleri yapılıyor bu analizlerin sonuçlarına göre çeşitli orijin tohumlar tahsis ediliyor ve doğru sezonda toprakla buluşturuyor. Sürecimiz bu şekilde.

İ.Ç.: Muhteşem heyecanlı  ve keyifli ve umarım prosüdürel tıkanıklar olmadan rahatlıkla ilerliyorsunuzdur.

M.K: Tabii ki yeni bir fikir ortaya çıktığında bu noktaya gelebilmek kolay olmuyor ama bu tüm ürünler için geçerli benzer bariyerlerle karşılaşıyoruz. Amacımız sadece Türkiye’de değil, dünyada operasyonlarda bulunabilmek. Amerika’da, İrlanda’da, Orta Afrika’da çeşitli örnekler görüyoruz. Farklı çözümler üreten çok güzel işler var.

Ana motivasyonumuz, odaklandığımız alanları birleştirip daha da kuvvetlendirip, geleceğe taşımak. İnovasyon gücünü kullanarak olumsuza dönen şeyleri olumluya dönüştürmeye çalışmak.

İ.Ç.: Yurtdışından örnek değince aklıma Ecosia.org geldi. Havadan tohum atmıyorlar, ama her 45 ‘search’ünüzde 1 ağaç dikimi sağlıyorlar.

M.K: ‘Ecosia’ ağaçlandırma ile alakalı en kuvvetli sosyal girişimlerden bir tanesi. Dediğiniz gibi onlar Orta Afrika’da, Latin Amerika’da dikim yapıyorlar bu zaman kadar baya iyi yol kat ettiler.

İ.Ç.: Web sitenizde ‘yeryüzünde varolabilecek en düşük hayat potansiyelinin peşindeyiz’ demişsiniz bu ne demek?                                                                      

M.K: Bahsediyor olduğumuz gibi buradaki İHA’ların taşıdığı tohumlar etrafa yayılıyor ve etrafa yayıldıklarında da çeşitli parametrelerden etkilenebiliyorlar. Aşırı soğuk, aşırı sıcak, rüzgar, hayvanların yemesi gibi durumlardan etkilenip çimlenme potansiyellerini kaybedebiliyorlar.

Bu tip durumlar karşı ‘Çeşitli yöntemlerle ve daha minimum müdahale ile nasıl koruyabiliriz?’ diye düşündüğümüzde tohumları içerisinde toz gübre ve mineraller bulunan bir karışım ile kaplamaya karar verdik.

Dünyada uygulanan bazı geleneksel yöntemleri araştırırken bu yöntemi keşfettik. Gördük ki doğada tohumun çimlenmesini engelleyebilecek çok fazla parametre var ; topraktaki azot miktarı, bakısı, yükseltisi, ortalama sıcaklığı, korunaklı bir yere düşmemiş olması, toprak yapısı gibi gibi..

Tüm bunları gözlemleyerek doğanın başardığı senaryoları veri ile analiz edip  anlayabilirsek İHA’ları da bu şekilde programlayabiliriz dedik.

2021 in ortasında bir yapay zeka projesine başladık. ‘Ecodrone’ların üzerine yeni güncellemeli sensörler yerleştireceğiz ve tüm analizler ile beraber  dış kaynaklardan tohumun çimlenmesi için etkili olan faktörleri toplayacağız ve makine öğrenmesi ile anlamlandıracağız.

Daha sonrasında da İHA’lar tohum atış kararlarını yapay zeka ile veriye dayalı bir şekilde verecek. Şu anda haritalandırdığımız alanlarda programladığımız şekilde görevler yapabiliyorlar, ama az önce bahsettiğim anlamlandırmayı yapabilirsek o en küçük hayatta kalma ihtimalinin biraz daha peşine düşebileceğimiz bir alternatif yaratabiliriz diye öyle bir slogan yaratmıştık. Çünkü İHA’lar o spesifik tohum için, alanı tarayıp orada en uygun noktayı tahmin etmeye çalışacaklar.

İ.Ç.: Bir nevi bir kuşun bir bilinci varsa biz onu alıp kendi kontrol edebileceğimiz bir makineye entegre edebilir miyiz gibi düşünmüşsünüz sanki. Doğada içgüdüsel yapılan şeyi biz teknolojide nasıl tekrar edebiliriz gibi düşünmüşsünüz sanki...

M.K: Evet zaten bazı noktalarda çok açık olabiliyor. Örnek veriyorum, ‘Altımız şu an kayalık alan ve kuzey bakısına bakıyor bu yüzden ben buraya atmayı tercih etmeyeyim çünkü çimlenme ihtimali %40 düşük olacaktır’ deyip havada drone ile biraz daha ileri gittiğinde ‘evet burası çimlenme için aktif bir yer %60 ihtimalle çimlenme potansiyeli var’ diyerek karar veriyoruz. Tohumu toprakla buluşturduğumuzda biraz daha tohumun filizlenmesi mümkün oluyor.






Sincaplar örneğin gidip meşe palamutu tohumlarını gömüyorlar sonra onu orada unutuyorlar ve o tohum sonra da ağaca dönüşüyor. Bunu öğrenince çok etkilendik, farklı yöntemler uygulayabilir miyiz diye düşünmeye başladık.




Mert Karslıoğlu
Ecording Kurucusu



İ.Ç.: Evet gerçekten çok etkileyici. Hem tohum nerede yetişir diye bir data analizi var ve sonrasında da tohumun toprakla buluştuğu an çimlenme ve sonrasında da etki analizi var. Yapılan çalışmaların pozitif ve negatif etkisini nasıl tartıyorsunuz?

M.K.: Orada yapıyor olduğumuz çalışmalarda az önce bahsettiğimiz gibi sadece belirli daha önce Ar/Ge’sini yaptığımız bu çalışmalar için uygun olan türleri Orman Genel Müdürlüğünün tahsis ettiği alanlarda toprakla buluşturuyoruz. 

Sonrasında bir gözlem süreci başlıyor. Çeşitli yöntemlerle referans noktaları oluşturuluyor ve bu noktalarda yapılan gözlemlerde de kaç tane tohumun çimlendiğine bakıyoruz. Bu tohum türüne ve bölgeye göre değişiklik gösteriyor. Şu an bazı noktalarda 18-24 ay aralığında bu noktaları kontrol ediyoruz.

Çalışma yaptığımız sahalar devlet kurumlarının sorumluluğunda olduğu için onların gözlemleri ve çıktıları belirledikten sonra bir hedef oran belirleniyor çalışmalardan sonra.

Örnek veriyorum bu alandaki hedeflerin altında kaldıysak bu sahada tekrar görev yapmalıyız diyerek bir sonraki yıl yine aynı sahada çalışmayı takvimlememiz gerekiyor.

Tüm bu süreci de göz önünde bulundurduğumuzda orada sağlıklı bir ekosistem oluşana kadar çalışmamız devam ediyor. Kısacası öncelikle uygun tür belirleniyor, uygun türün ön analizleri yapılıyor, akademi tarafından daha önce yapılan kaynaklar araştırılıyor, daha sonra uygun bölgeler belirleniyor, o bölgeden alınan tohumlar işleniyor sonra tohum topları üretiliyor.

Tohum topları iklim krizinden etkilenmiş dezavantajlı kadınlar tarafından üretiliyor, bizse onlardan satın alıyoruz. Toplar soğuk dolaplarda bekletiliyor. Sadece ilkbahar, sonbahar ve kış aylarının ortasına kadar operasyon yapabiliyoruz. Sonra sahaya gidip haritalandırma yapıyoruz. Uçuş sayısı , rotalar ve hektar başına atacağımız miktarları belirledikten sonra İHA’ları uçurmaya başlıyoruz.

İ.Ç.: İklim krizinden etkilenmiş dezavantajlı kadınlar derken tam olarak ne demek istiyorsunuz?

M.K: Taşrada yaşayan insanlar iklim krizinden kaynaklı, doğrudan eskisi kadar tarım ve hayvancılık yapamadıkları için gelir eşitsizliğiyle ve göç riskiyle de karşılaşıyorlar. Aynı zamanda eskisi kadar da bahsettiğim gibi gelir elde edemiyorlar. Biz önce tohum topu üretimi için özel materyaller geliştirdik, daha sonra topların üretim eğitimini bu kadınlara verdik, ve tohum toplarını operasyon için hazırladık.


Bugüne kadar da 40 binden fazla kadına bu konuyla alakalı eğitim verip fayda sağladık. Aynı zamanda gelir yaratma fırsatımız oldu. Tüm bunlarla beraber de 27 bin saatten fazla emek harcanarak 10 milyon tohum topu da üretilmiş oldu.




Mert Karslıoğlu
Ecording Kurucusu



İ.Ç.: Sizin başarılı bir şekilde devam edebiliyor olmanızın oradaki temel sebebi ‘kazan kazan’ı döngüsel bir şekilde sağlayabiliyor oluşunuz. Döngüsel bir fayda yaratıldığı zaman bu doğanın yaklaşımına çok ve sistemler de tıpkı organizmalar gibi o şekilde büyüyor ve gelişiyor. O yüzden çok tebrik ederim ve umarım daha da gelişerek büyür çalışmalarınız.

M.K: Biz ilk üç sene hiçbir şekilde gelir elde edemedik. Öncelerinde ailelerimiz destek oldular, tohum yatırımımız da onlar yapmıştı. Böyle olunca da o süre aralığında acaba bu model gerçekten çalışacak mı, mantıklı mı, değil mi? diye oldukça da endişe yaşadık.

Sonucu bu noktaya ulaştırabilmek çoğu kişinin pes edebileceği noktalarda söz konusu olabilirdi açıkçası. Bizim çok kaybedecek bir şeyimiz yoktu zaten öğrenciydik. Daha az sorumluluğumuzun olması bize avantaj sağladı. Cahil cesaretiyle sürece giriştik açıkçası. Fazlasıyla dene yanıl yaptığımız için bence döngüsellik konusunda başarılı olduk diyebilirim.



İ.Ç.: Ecording tohum toplarını doğaya bıraktıktan sonra nasıl bir bakım ve takip süreci başlıyor? Bakıma dair bir şey var mı?

M.K: Tohumlama yaptığımız çalışmalarda bakımdan ziyade yeniden operasyon yapmak daha az maliyetli oluyor. Yani alanda ekstra olarak bir bakım çalışması söz konusu değil. Sadece görevden sonra bir gözlem süreci başlıyor. Ondan sonra hayat bulan tohum sayısı analiz ediliyor. Bunların çeşitli tekniklerle sayımı yapılıyor.

Sivil kültürel çalışmalarda uygulanan sayım tekniği uygulanıyor. Daha sonra orada hedeflenen bir metrekare başına fidan oranı var, sayımız bu sayıya uygun mu, bizim çalışmalarımızda oradaki bölgedeki benzer referans alanlarıyla uygun mu, diye bakılıyor. Bunlar tabii ki Orman Bölge Müdürlükleri ve Artvin Çoruh Üniversitesi’nde varolan protokolümüz doğrultusunda yapıyoruz.

Aynı sahada tekrar görev yapmamız gerekiyorsa da tekrar görev yapıyoruz ve doğal haline bırakıyoruz. Beş sene boyunca da doğrudan aktif takipler gerçekleştiriliyor. Beş seneden sonra da kendi ekosistemini oluşturmaya başlıyor. Tabii ki bu biraz uzun ve zorlu süreç. Biz her geçen gün daha fazla şey öğrenerek bu zamana kadar çalışmalarımızı kuvvetlendirmeye çalışıyoruz.

Şu anda yaptığımız analizlerde ve bugüne kadar uyguladığımız türlerde minimum %9 ile %16 arasında bir çimlenme potansiyeli var.

İklim krizinin etkilerinden kaynaklanıyor da olabiliyor. Sağlıklı tohuma erişimimiz de bazen daha zor olabiliyor. Tüm bunlarla beraber teknolojinin gücünü kullanarak, farklı süreçlerde iyileştirme yaparak, 2030'a kadar bu oranı minimum %30.3’e çıkartma gibi bir hedefimiz var.



İ.Ç.: Marka ortaklıkları yaptığınızı gördüm. Birlikte çalıştığınız markaları hangi kıstaslara göre seçiyorsunuz? Ne gibi ortaklıklar yapıyorsunuz?

M.K: İşimizi daha sürdürülebilir kılmak için doğrudan ürün işlem ve hizmet satış bazlı bir işbirliği modeli geliştirdik.

Bir ürün satın aldığınızda veya bankacılık işlemi yaptığınızda onun üzerinde bir ‘ecodrone’ işareti görürseniz eğer, o işlem için bir tohum topu atışı gerçekleştirebildiğinizi anlıyorsunuz.



Biz bu iş modeli sayesinde şu anda hali hazırdaki çalışmalarımızı fonluyoruz. Marka seçimlerimizle alakalı bazı kriterlerimiz süreç içerisinde farklılaşabiliyor ve tüm bunlarla beraber konuyla alakalı farklı önlemler almaya çalışıyoruz.

Kuruluş aşamasında özellikle çalışmamayı gözettiğimiz bazı sektörler vardı. Karbon ayak izine daha kuvvetli sebep olabilecek ve attığı adımları yetersiz bulduğumuz, bu konuyla alakalı belirlediğimiz standartlara uygun olmayan markalarla ortaklıklar yapmamaya özen gösterdik.

Doğrusu geçen sene ve ondan önceki yıllarda ürünün hayatta kalma gayesi vardı. Yapıyı kuvvetlendirdikçe biraz daha uygulanabilir hale geldik.

Şimdi ana motivasyonumuz sadece ‘ecodrone’ işaretlerini sadece sürdürülebilir ürünlere entegre etmek olacak. Aradığınız kriterlerde bir ürünün satın alırken tohum topu atışı gerçekleştirebileceksiniz.

O ürünün ambalajının belirli miktarı geri dönüştürülmüş ham maddeden üretilmek zorunda, daha sonra karbon ayak izi raporlanabilir ya da sürdürülebilir raporu olmalı gibi çalıştığımız kurumun bazı standartlar getirme gibi bir vizyonumuz var.

Tüm bunlarla beraber bir kılavuz hazırlıyoruz. Bu Mission 2030 ile ilişkili bir kılavuz olacak, onunla beraber detayları gün geçtikçe paylaşıyor olacağız.


İ.Ç.: Son olarak ‘Mission 2030’ nedir?

M.K: 2030 senesi bu konuyla alakalı çalışan kurumların özellikle biz IPCC raporlarını göz önünde bulundurduğumuzda dünya için kritik bir eşik. İklim Krizi için karbon salınımını kontrole almak adına, dünyanın dengesini daha fazla bozmamak adına atmamız gereken adımların hepsini tamamlamış olmamız gereken bir sene, 2030 senesi.

Şu anda dünyada 2 dereceler konuşuluyor gerçi ama, küresel sıcaklık artışını, 1,5C derecede sabitlemek ve bu hedef doğrultusunda çalışmak için bir hedef tarihi 2030. 2030'a kadar dünyanın bu mücadeleyi, global krizini bir şekilde durdurmaya katkı sağlamak istediğimiz için biz de bu global hareketin bir parçası olarka hedefimizi 2030'a doğru çevirdik. Etkimizi sürdürülebilir kalkınma amaçları doğrultusunda gerçekleştirmeyi hedefliyoruz.

2030'dan 2050’ye kadar da onarmak gibi bir motivasyonumuz var. Yani yıl 2050 olduğunda da Ecording’in yok olabileceği bir senaryoyu arıyoruz açıkçası biraz daha.

Mission 2030 ise, çalışmalarımızı doğrudan şu anda yapıyor olduğumuz ve yapabileceğimiz konularına odaklandığımız bir misyon sunumu. Neden kurulduk? Şimdiye kadar ne yaptık? Ne yapıyoruz? Neler yapmaya devam edeceğiz? gibi soruları insanlara ulaştırmak istiyoruz.

Bizim de kendi yolculuğumuzu kendi içimizde kuvvetlendirmeye, yanıtlanmaya, sayısal hale getirmeye ve planlamaya ihtiyacımız vardı. Bu yüzden bir manifesto yazma kararı aldık. Bu manifestoyu bugün geçmişten bugüne geçen sürecimizi biraz daha anlatıp 2030'da kadar da neler yapacağımızı aktarmak istedik.


İ.Ç.: Bu da çok ilginç yani farklı bir perspektif. Hani insanlar kurduğu şeye böyle deli gibi tutunur ama burada keşke Ecordin’e ihtiyaç olmasa gibi bir saf niyet de var gibi anlıyorum.

M.K: Her geçen gün biraz daha dehşete kapıldığımız senaryolar söz konusu oluyor. Bu konularda paylaşılan içerikleri okudukça insan umutsuzluğa kapılabiliyor.

50 tane olumsuz şey oluyor olabilir ama 1 olumlu durumun  bir ihtimalle başarılı olma şansı varsa biz ona odaklanıyoruz. Belki dünyada bazı şeyler iyi gitmiyor ama biz yeni bir gerçeklik yaramak için çalışmaya devam ediyoruz.


İ.Ç.: Evet tıpkı bir tohum gibi. O da her türlü zor şarta rağmen bir şekilde dönüşmek için can havliyle çalışıyor toprak altında..

M.K: Kesinlikle.


İ.Ç.: Tüm paylaşımınız için çok teşekkür ederiz. Çalışmalarınızda kolaylıklar ve daimi başarı dileriz, dünya için!

M.K.: Biz teşekkür ederiz, iyi çalışmalar.